Kanın Yapısı
Kan damar sistemi içinde dolaşan sıvı bir dokudur. Bu sıvı dokunun ve kanın içindeki hücrelerin esnek yapılarının özellikleri ve damar sisteminin en küçük alanlara kadar yayılan yapısı, kanın vücudun her yerine, en küçük bir hücreye kadar gidebilmesine olanak sağlar. Bunun istisnası olan doku gözün saydam tabakası olan kornea’dır. Kornea besin, enerji ve oksijenini çevre dokudan diffüzyonla sağlar. Kalp, beyin, karaciğer, akciğer, mide, barsak, pankreas, hormon salgılayan dokular (tiroid, paratiroid, hipofiz, böbrek üstü bezleri, yumurtalık ve testisler) kas, iskelet dokuları neyse kan da öyle bir dokudur. Ancak diğer saydığım organların yerlerini kabaca da olsa dıştan gösterebilseniz bile kan dokusu veya bağışıklık sistemi ile ilgili dokumuz için dışarıdan bir yeri işaret etmeniz mümkün değildir. Çünkü kan ve bağışıklık sistemi vücudun her yerindedir. Kanı sıvı ve akışkan vaziyette damar içinde tutmak da birbirlerini dengeleyen zıt sistemlerin işleridir. Kan damar içinde sıvı şekilde dururken herhangi bir yaralanma ile damar dışına çıktığında hemen pıhtılaşmaktadır. Hemostasis ve trombosis denilen sistemlerin kontrolündeki bu olaylar ve bu sistemlerdeki aksamaların yarattığı hastalıklar artık hematoloji içinde bir bilim dalı olmuştur.
Biz yine damar sistemi içinde sıvı olarak dolaşan kana dönelim. Kan dokulara besinler, oksijen, hormonlar, vitaminler ve mineralleri taşıyan, dokularda oluşan karbondioksit ve atık maddeleri ilgili dokulara ulaştıran bir ulaşım yoludur. Kanın sıvı kısmı (plazma) içindeki protein, karbonhidrat, yağlar, hormonlar, vitamin ve mineralleri taşırken hücresel kısmı çeşitli fonksiyonlarda görev alır. Kanın hücresel elemanlarını kabaca alyuvarlar (eritrositler), beyaz küreler (lökositler ve lenfositler), trombositler olarak üç gruba ayırabiliriz. Eritrositlerin başlıca görevi dokulara oksijen taşımak ve dokuda yakılan oksijenin atığı olan karbondioksiti dışarıya atılmak üzere akciğerlere taşımaktır. Eritrositler disk şeklinde göbek kısmı içeriye doğru basılmış son derece esnek hücrelerdir. Ben, eritrositlerin şeklini hanım göbeği tatlısına benzetirim. Esnek yapıları eritrositlerin en küçük dokuya kadar gidebilmesine ve en ince damarlar içinde bile dolaşabilmesine olanak sağlar. Beyaz küreler çeşit çeşittir. Kabaca lökositler ve lenfositler diye ayırabiliriz. Lökositler parçalı çekirdekleri olan hücreler, eosinofiller, bazofiller, makrofajlar, monositler diye gruplanabilir. Bu hücreler ve eritrositler köken olarak aynı soydan gelen hücrelerdir. Aynı soydan gelmek deyimi ile ne demek istediğimi ilerleyen satırlarda bulacaksınız. Bu grup hücrenin temel fonksiyonu mikropları tanıyıp fagosite ederek (hücre içine alıp hazmederek) veya salgıları ile eritmektir. Lenfosit grubu beyaz küreler lökosit grubu hücrelerle aralarında uzak akrabalık bulunmasına rağmen ayrı bir soydan gelirler. Bu hücreler bağışıklık sisteminin temel hücreleridir. Esas fonksiyonları mikropları ve vücuda yabancı her şeyi tanımak, bunları unutmamak ve ileriki zamanlarda tekrar karşılaşırlarsa hatıralarına dayanarak hemen cevap vermek (hafıza hücreleri) ve yabancı ile savaşmaktır. Bu hücreler bizi, bize yabancı her şeye karşı savunurlar. Bizi, bize yabancı her şey deyimi ile yabancı mikropları, başka insanlara ait doku ve yapıları ve yabancı her şeyi kastediyorum. Bu fonksiyonlarını yabancıya yapışıp onu tahrip edecek maddeler salgılayarak (hücresel immünite) (başlıca T lenfositler olarak bilinen bir alt grubun işidir) veya yabancıya ait yapıları tanıyıp onlara karşı salgılar üreterek uzaktan uzağa onları tahrip etmek suretiyle (humoral immünite) (başlıca B lenfositler olarak bilinen bir alt grubun işidir) yaparlar. Trombositler ise damar sisteminde oluşan bir travma sonrası kan damar dışına çıkacak olursa o bölgede toplanıp yarayı tıkamak, daha sonra başlayacak pıhtılaşma reaksiyonları için salgılar üretmek görevini yapan hücrelerdir. Başka bir deyişle trombositler pıhtılaşma ve yara tamiri konularında ilk tepkiyi veren hücrelerdir.